19 Mayıs 2017 Cuma

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî – Gel Gel Ne Olursan Ol Yine Gel

 Semadan etkilenmeyen bir insan yoktur herhalde. Çünkü Mevlevilik konusunda en ufak bir bilgisi olmasa bile, semanın bambaşka bir dünyaya işaret ettiğini hemen sezinler.
Gerçekten de sema ve Mevlâna, bildiğimiz alıştığımız dünyanın ötesindeki bir gerçekliğe açılan kapıdır. İşte Mevlâna ve Sema adlı 50 dakikalık bu belgeselin amacı sözü edilen bu kapıyı aralamaya çalışmaktır.

 



Mevlâna ve İslam sufizmine göre her insanın yüreğinde “sır” adı verilen bir şey saklıdır. Bu sır, Yunus Emre’nin “ Bir ben vardır, bende benden içerü.” dediği şeydir. Bu sır her insana verilmez. Bu sırra ancak uzun çabalar ve lütuf sayesinde ulaşılabilir.
Hint felsefesi ve mistisizmi bu sırra Yüce Benlik, Gerçek Benlik ya da Atma adını vermiştir...

Klasik Yunan uygarlığında Delfi Tapınağının girişinde yazılı bulunan “ KENDİNİ TANI “ ibaresinde kastedilen de yürekte gizli bulunan bu sırrı tanımaktır. Yoksa bildiğimiz anlamda insanın kendini psikolojik olarak tanıması değil.

Tarih boyunca pek çok uygarlık, pek çok din, pek çok manevi öğreti ve felsefe, Musevilik ve Hıristiyanlığın bâtıni yönü ile İslam sufizmi hep bu içteki bilinmeyen beni bilinir kılmakla uğraşmıştır.




Aralamaya, anlamaya çalıştığımız, adı üstünde bir sır. Bu sırra erenler var ama dilleri bağlı. Bağlı çünkü bilinmeyeni biliyor hâle geliyorlar ama, bilinmeyeni, bilinmediği için, anlatacak sözcük yok.

Mevlâna, belki de bunun için şiir, raks ve müziği seçti; anlatılamayanı, anlatabilmek için. Ama bütün bunlardan önce yani Efendimiz anlamına gelen Mevlâna olmadan önce, Celâleddin-i Rumi olarak medresede ders, camide vaaz veren, eli öpülen, duası alınan, saygıdeğer, kanaatkâr bir sufi ve çok sevilen bir bilim adamıydı.

Mevlâna’ ya göre insanın evrimi henüz tamamlanmıştır. Çünkü insan, olgun, kâmil, mükemmel olmak üzere yaratılmıştır. İnsan-ı Kâmil olmak, insanın iyi, ahlaklı, yardımsever, sevgi dolu biri haline gelmesi demek değildir. Ego var olduğu sürece, bu niteliklere sahip olduğumuzu düşünmek tam anlamıyla kendini aldatmadır.



Zira ego, kendi bencil ve ivedi yararlarının ötesini görmekten acizdir. İnsan-ı Kâmil olmak demek, bilinen olumlu olumsuz bütün duygu, düşünce, eylem ve alışkanlıkların kısacası, insan olmanın bir yana bırakılıp yerini hiç tanınmayan, hiç bilinmeyen, egodan farklı bir bilincin, oluşumun, varlığın, özün almasıdır. Bu değişim insanın yüreğinde gizli olan sırrın yani ilahi ateşin, ışığın parlamasıyla başlar.

Bu, tam bir dönüşümdür. Zihnin kendisinde, beynin hücrelerinde ve bedenin atomlarında bile kendini gösteren bir değişimdir. Vücudun hafiflediği, saydamlaştığı, perdenin kalktığı, görüşün keskinleştiği, her şeyi gören, bilen, aynı anda her yerde var olabilen bir varlığa dönüşümdür bu.



 


Kısacası, insan bu dünyaya, bu evrene ait olmayan bir ruh yapısına sahiptir. Sufizme göre, insanın gerçek benliğini oluşturan bu ruh, bu evrene başka bir âlemden, ruhlar ve melekler âleminden derece derece inerek gelmiş ve bu evrene, bu dünyaya ait olan beden elbisesini giyerek görünür olmuştur.

Buraya ait olmayan ruhi varlığın ana yurdunu özlemesi çok doğaldır. Somut âlemde kendisini bedenle özdeşleştiren insanın mala, mülke, makama, şöhrete ve saltanata duyduğu özlemin arkasında aslında ayrılığın verdiği hasret vardır. Bu ayrılık acısı bir gün benliği, o kadar sarar, kucaklar ki, şikâyetten feryat figan ağlamaya başlar. Nasıl ağlamasın ki ayrıldığı yer Birliğin, Yüce Allahın katıdır. İşte ney, asıl vatanından ayrılan bu ruhun sembolüdür.



Mevlâna’nın ünlü Mesnevisi de bu yüzden; “Dinle Ney’den nasıl şikâyet etmekte” diye başlar. Ney, yanık, içli sesiyle Rabbine, ayrıldığı kamışlığa kavuşmanın özlemini dile getirir.
Ruhun Tanrı katını terk etmesinden sonra insan şekline girinceye kadar geçirdiği aşamalar, kamışın kamışlıktan koparılıp ney şekline girinceye kadar geçirdiği aşamalara benzer.

Allah tek hücrelisinden en karmaşık yaratığa kadar bütün varlıkları kendinden yarattı ama sadece insana kendi ruhundan üfledi. İşte neye üflenen nefes, bunu ifade eder. Neyin içi boştur ancak ona üfleyen birinin nefesi ile ses çıkarır. Neyin bir ucu açıkken öbür ucu müzisyenin ağzındadır. Müzisyen, eğer insan-ı kâmil olursa, açık uçtan duyulan ses Tanrının sesi olur.

İşte insan da bu ney gibi bir alettir. Ne zaman bir insan-ı kâmil' in, gerçek bir şeyhin eline geçerse o zaman insan gibi insan olur, nefsinden kurtularak boşalır, Tanrı' nın sesi, Tanrı' nın aynası olur, yükselişe geçip Rab’ bine kavuşur. Yani evrimini tamamlar.

İşte Sema töreni, İslam sufizminde Nur-u Muhammedî denen Yüce ruhun yaratılıp “Kün“ - “ol” emriyle başlayan iniş ve sonra da insan-ı kâmil olmaya doğru yükselişinin öyküsünü anlatır.



Varlığın başlangıçtaki birliğine, yüce ve sınırsız boşluğuna dönüşümünü gerçekleştirmiş olan Mevlâna da Zamanımızdan 700 yıl kadar önce, Konya'da Kuyumcular Çarşısında güpegündüz, herkesin önünde semaya durmuşken bütün sırların ortaya saçıldığı bir patlama yaşıyordu belki de.

Batıda Rumi olarak tanınan Mevlâna, yaşadığı sürece ne bir tarikat kurmuş ne de semayı bu günkü kuralları içine sokmuştur. O, ancak vecde girdiği zaman içinden geldiği gibi, hiç bir kurala uymadan döner, raks ederdi. Sema, onun için;



“Göklere giden bir yol, göklere açılan bir kapıydı Hayattan ölüme uçuş, ölümden ölümsüzlüğe kanatlanıştı.”

Mevlâna, dünyevi değerlerle nitelenen insanın hiçliğini şu birkaç kelime ile ne güzel ifade eder.

“ Hintli, Kıpçak ve Rum ülkesinin halkı
ve Habeşler!.
Hepsi de mezarlarında tek ve tıpkısı renkte,
ne de hoş yatarlar.”

Kısacası Mevlâna’nın hümanizması bildiğimiz, tanıdığımız insanın yüceltilmesi değildir. Nitekim, Mesnevisini okuyanlar O’nun sıradan insanlar için hiç de hoş sözler sarf etmediğini gayet iyi bilirler.

O, insanları, insan olduğu ya da topluma yaptığı katkılar için değil, her birinin yüreğinde gördüğü küçük ilahi ışık için seviyordu.

Mevlâna için insan, yüreğinde ilahi ışığı taşıdığı ve yüreğinin aynasında Tanrı’ yı yansıtabilen bir varlık olduğu için değerlidir.

“Sen ki o kutsal kitabın bir nüshasısın,
Yaratılıştaki sanatın aynasısın.
Ne dilersen kendinden dile, kendinde bul.
Ne ararsan, işte o sensin sen.”



******
 
 

Yönetmen - Semra SANDER
Yapımcı - Semra SANDER
Metin Yazarı - Semra SANDER

Kamera - Yavuz TÜRKERİ
Müzik - Can ATİLLA ve Geleneksel Sema Müziği
Kurgu - Soner TUNUSLU
Danışman - Timuçin ÇEVİKOĞLU
Seslendiren - Mehmet ATAY
Fotograflar - Ozan SAĞDIÇ
Toplam süre: 53:00 dk.
Yayın Tarihi Mevlana Haftası ( 10 – 17 Aralık 2000 )
Program 2000 Yılı Türkiye Yazarlar Birliği Tv/ Belgesel ödülün aldı.

 

 

 

 

 
 

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî – Gel Gel Ne Olursan Ol Yine Gel

  Semadan etkilenmeyen bir insan yoktur herhalde. Çünkü Mevlevilik konusunda en ufak bir bilgisi olmasa bile, semanın bambaşka bir dünyaya i...